22 Nisan 2009 Çarşamba

İnternet

90’ların başlarından itibaren hızla yaygınlaşan “internet” artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. Kullanıcılarına kolaylık, işleticilerine de çokça para kazandıran “internet”, kimilerine göre yüzyılın icadı. Borsa-Bankacılık işlemleri, alışveriş, film, gazete, kitap, müzik vs. Ha bir de artık sosyalleşmenin yeni adı da “internet” oluverdi. Öyle görünüyor ki zaman geçtikçe internetin hayatımızın çeşitli alanlarına girişi artarak devam edecek. Bu haliyle internet, hayatımızın vazgeçilmez alanlarından biri olmayı da başarmış durumda.


Birkaç temel tespitten sonra internet üzerine yapılan birkaç eleştiriden bahsedelim. İnternet sayesinde özel hayatın zarar gördüğü, birçok kanunsuzluğun kolayca internet ortamında yapılabildiği, emek hırsızlığı gibi… Bunlara katılmamamız mümkün değil, çünkü hepsi bilimsel araştırmalarla sabit. Ancak bir şeyi unutmamalıyız, “bir şey ne tamamen kötü ne de tamamen iyidir” . Bunu böyle görmeli ve her şeyin doğru kullanımla zarar vermeyeceğini bilmeliyiz. Belki de bu noktada yeni tanımlar yapmalıyız hayat üzerine… Çünkü teknoloji muhalif olabileceğimiz bir şey değil. Başta da belirttiğimiz gibi internetin gelişimi hızla sürecek hatta tahmin edemeyeceğimiz noktalara geleceğini öngörürsek abartmış olmayız. İnterneti eleştirmek yerine ondan maksimum derecede nasıl faydalanabiliriz? Bence bunu tartışmalıyız…



Tartışmalar bir yana internetin tartışma götürmez en olumlu yanı ise tanıdığı sınırsız “özgürlük” diyebilirim. Şimdi “bunu da yanlış kullananlar var” diyenleriniz olacaktır. Elbette var, buna en güzel örnek youtube’daki bazı kendini bilmezlerin koyduğu videolar. Ancak ne olursa olsun teraziye koyduğumuzda bu paha biçilmez bir özgürlük, hele biz gazeteciler için.

Gazeteciler demişken internet medyasını ele alalım. Sanal alemde çok daha özgür bir yayıncılık yapıldığından söz edebiliriz. Ancak bu yayıncılığın maliyeti sadece reklamlardan karşılanmakta… Bu bir süre sonra özgürlüğü kısıtlayıcı bir handikap olarak karşımıza çıkabilir. Bunun için internet medyası belli bir zaman sonra ücretli hale gelmelidir ki verilen hizmetin karşılığını hizmeti alanlar versin. Bu sayede bu özgür ortam korunmuş olur.


GELELİM SOSYALLEŞMEYE


“Facebook” hesabı olmayana adam denmediği şu günlerde artık kendinize bir eş ya da sevgili arıyorsanız bunun yegane adresi “facebook” tarzı sosyalleşme siteleri. Ülkemiz açısından olayın tarihsel sürecini incelediğinizde yere mendil atmalardan facebook’taki “poke” (İngilizce dürtmek demek) lamalara gelişi epey ilginç bir konu. Hatta üzerine kitap bile yazılabilir. Tabi konumuzun bu boyutu da hayli eleştiriye maruz kalıyor. Aslında bunun sosyallik değil asosyallik olduğunu söyleyenler hiçte az değil. Biz işin psiko-sosyal analizini uzmanlara bırakalım. Ama facebook’ta ilkokul arkadaşlarıma hatta hiç tanımadığım akrabalarıma bile ulaşmam gayet hoş bir durum. Sizce de öyle değil mi? …Belki de siz Güney Amerika’dan bir sevgili bulmuşsunuzdur, kim bilir…

19 Nisan 2009 Pazar

Şampiyon

Artık şampiyonu tahmin etmek pek de zor değil.. Gerçi daha 28. haftadayız ancak bence bu lig bitmiştir hem manen hem de madden .. Şampiyon ya Sivas ya da Beşiktaş…

Manen bitmiştir çünkü; dünya derbisi bi dünya rezilliğin yaşandığı bir oyun sahnesine dönüşmüştür. Övündüğümüz o dünyanın en büyük üç derbisinden biri dediğimiz derbiye pislik bulaşmıştır..! Memleketin çocuklarına örnek olması gereken “milli” futbolcular, aralarında ne kadar iyi anlaştıklarını cümle aleme göstermişlerdir ! Ve bizi bir daha düşünmeye sevk etmiştir bu olanlar, eğer toplumun en çok tanınan milli sporcuları böyle olursa ya diğerleri?

Madden bitmiştir çünkü; iki yıldır parmak ısırtan, küçük bütçesi fakat dev futboluyla bir Sivas gerçeği vardır.. ve bu gerçek, şampiyon olmak üzeredir, hak da etmiştir. Sivas, futbolu kadar centilmenliği ile de ön plandadır.

Beşiktaş mı ? Beşiktaş hem yönetimsel hem idari birçok hata yapmışsa da, Mustafa Denizli takıma zekasını oturtmuş ve de son düzlüğe Sivas’la burun buruna girmiştir. Beşiktaş şampiyon olursa ona da şaşmamak gerekir onlar da bu şampiyonluğu hak etmiştir.

Bu kadar kesin yargılarla konuştuktan sonra bence biraz yavaşlayalım..

Euro 2008 Finalleri ardından yazmıştık. “Futbol” un yeri geldiğinde toplumda nasıl bir yapıştırıcı etki yarattığını ancak böyle gergin durumlarda da tam aksi bir etki yaptığı da aşikar. İşte bu noktada herkese görev düşüyor tabi önce bu işin yetkili kurumlarına ve bu gerginliğe neden olanlara.. Futbol, ekonomik krizle hayatı iyice zorlaşan bu topluma bir huzur bir ferahlama aracı olan yerini korumalıdır.

O zaman kim şampiyon olursa olsun (dediğimiz gibi ya Sivaspor ya Beşiktaş) alkışlamalı ve biz futbolseverlere o utanç tablosunu yaşatanlar da kafalarını ellerinin arasına almalı düşünmeli ;

Biz ne yaptık..?