“…29 Haziran 1991’de Portekiz’de dünyaya geldim. Taşrada
doğdum, taşrada büyüdüm, taşra çocuğuyum.
Soyum aslında Brezilya’ya dayanır. Yani Brezilya asıllı Portekizli de
diyebilirsiniz.
Bizim memlekette şu üç şey çok önemlidir: fado, fiesta ve futbol…
Hatta meşhur diktatörümüz Salazar’ı bu yüzden herkes tanır.
Bu üç şeyi o da çok severdi çünkü…
Her neyse, işte o üçüncü önemli şey benim için hep en önemli
oldu.
Futbol…
Kendimi bildim bileli topun peşindeyim, hani meşin yuvarlak
derler ya, o işte. Önce memleketim olan kasabada başladım. (Kasabanın adını
yazmıyorum, çünkü siz Türkler için çok garip bir ismi var. İsteyen internetten
bakabilir.)
Çok başarılı mıydım, açık konuşmak gerekirse değildim, ama
sevdiğim işi yapıyordum.
Futbolcu olmamda en büyük etken belki de abimdir. Tanırsınız
kendisini “Bruno Alves”, Portekiz Milli Takımı defansının bel kemiğidir. Abim
diye demiyorum, çok yardımını gördüm,
hatta Porto’ya transfer olmamı da o sağlamıştı vakti zamanında.
İşte derken… Rio Ave’ye transfer oldum. Oradayken adını
hatırlayamadığım bir 3. lig takımına kiralandım. Bir süre sonra geri döndüm Rio
Ave’ye ve ilk kez bir 1. Lig maçında forma giydim. Tam 6 dakika. Genelde 3 ile
6 dakika arası oynatılırım. Zaten bunu Beşiktaş’taki günlerimden yakinen
biliyorsunuz.
Neyse, bomba ondan sonra patladı. İspanyol devi Atletico
Madrid’e transfer oldum. Ben dahil herkes çok şaşırdı. Babam uzun süre
inanamadı; tek şaşırmayan, abimdi. Ben de kesin bu işte onun parmağı var, diye
düşündüm.
Atletico günlerim başlarken hepimiz çok ümitliydik, ancak
bir iki antrenman sonra B takımında oynayacağım açıklandı. Ailem çok üzülse de
ben pek üzülmedim. B de olsa Atletico Madrid’in B takımıydı.
Sıra hikayenin en güzel yerine geldi.
Atletico B’de iken Türkiye’den bir teklif aldım. Orada yarı
Türk yarı Portekizli bir takım var, dediler. Türkiye’nin “3 büyükler” diye
anılan kulüplerinden biriymiş. Methini çok duymuştum. Taraftar grupları
Çarşı’nın namı taa İspanya’ya kadar gelmişti. Quaresma gibi abilerimiz de orada
oynuyordu. Beni istemelerine pek anlam veremesem de gururum okşanmıştı.
Olayın en enteresan tarafı ise bonservisimin yüzde 50’sine 3
milyon 100 bin Euro vermişlerdi. Önce “ben o kadar eder miyim?” diye sordum kendime. Sonra durumu, “amaan
fazla düşünme demek ki, artık yıldız futbolcusun.” şeklinde izah ettim.
Bundan sonrasını biliyorsunuz… Şimdi buradayım ve çok
mutluyum. Yıldız futbolcu muyum, değil miyim daha anlayamadım ama mutluyum
işte, İstanbul çok güzel şehir.
Ve son bir şey;
Türkiye’ye gelince bir şeyi daha anladım: Jorge Mendes diye bir büyüğümüz var,
onun da en az abim kadar faydası dokunmuş bana. Kendisine buradan teşekkür
ediyorum.
Bu arada siyah-beyaz en büyük Beşiktaş…”
En iyi dileklerimle,
Julio Regufe Alves.
Not: Yukarıdaki
yazı, yarı doğru- yarı kurgu, ama bir gerçek var ki, Beşiktaş çok kötü yönetiliyordu
ve hala da kötü yönetiliyor.