10 Şubat 2010 Çarşamba

Anlayış




Bir üç yıl daha Demirören iktidarı hüküm sürecek kara kartalın semalarında…


Hayırlı olsun diyeceğim ama olacağından yana pek umutlu değilim. Elbette isterim yönetim ve dolayısıyla Beşiktaş çok başarılı olsun. Ancak çağdaş-demokratik bir yönetim anlayışı gerekiyor bunun için. Çünkü ancak o zaman işler ehil kişilere verilir ve bununla da yetinilmez bir denetim mekanizmasıyla her yapılacak iş önce istişare edilip sonra karar verilir. Peki o zaman hata olmaz mı? Elbette olur ancak hata payı en aza iner. Sekiz milyonlar gene verilir ama doğru yerlere…


Bu anlayışı ise geçtiğimiz Demirören dönemlerinde maalesef göremedik. Zaten bana göre hataların temel sebebi de bu. Anti-demokratik anlayışla hatta neredeyse monarşik bir yöntemle kulübün idare edilmesi. Tabi yine de ümitsiz olmamak lazım, hatalar da onlardan ders almak da insan için.

Sadece Beşiktaş yönetimine de yüklenmeyelim burada diğer kulüplerde de durum pek farklı değil. İyi transferler yapıyor olmak kulübe iyi bir gelecek sağladığınız anlamına gelmez.

İmparatorlara ya da padişahlara değil sistemli çalışan sağlam kadrolara ihtiyacımız var diye düşünüyorum.


Yani mesele anlayışın değişmesi diyeceğim ve siz de tabi haklı olarak soracaksınız;

“ e kardeşim Erdoğan, Baykal, Bahçeli bunlar farklı mı? Memleketin siyasi partileri bu halde sen kalkmış kulüp yönetimlerine laf söylüyorsun..”


Kesinlikle çok haklı ve de çok doğru bir soru olurdu bu. Balığın sadece bir yeri değil birçok yeri kokuyor. Ancak iş spora, futbola gelince; yani estetiğe, eğlenceye, morale gelince bari işler daha düzgün yürüsün istiyor insan. Yoksa birçok açıdan dünyadaki herkesle yarışabilecek durumdadır Türk futbolu. Yeter ki biraz daha sistemli çalışalım, kişisel ihtiraslardan uzak olalım. Futbol endüstrisi, marka değeri laflarını filan da bir kenara bırakın her şeyden önce milyonların mutluluğu söz konusu…


Ve o milyonlar bu yaz bayağı bir mutsuz olacaklar, çünkü dünya kupası var ve biz yokuz…

8 Şubat 2010 Pazartesi

Çapkın

Kadın peşinde koşarken yorulanı gördüm, bütün gün internetin başında yeni kızlarla tanışmaya çalışanları hatta bir arkadaşım var ki, ısrarcılığını öldürüyor diye bütün gece takıldığı barda alkol almıyor sadece enerji içeceği içiyor…

Ve erkeğin yaradılışı üzerine yazılar, çok eşli olduğu, maymun iştahlı olduğu üzerine güzellemeler okudum…

Ama aşağıdaki kadar güzel bir izahatı okumamıştım !

Milan Kundera’nın “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği” isimli dünyaca ünlü romanından bir kesit (eminim bunu okuduktan sonra kitabı da okumak isteyeceksiniz) :


“ Çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. Bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. Ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar.

Birincilerin saplantısı “lirik”tir; kadınlarda aradıkları şey kendileri, kendi idealleridir ve bir ideal tanımsal olarak hiçbir zaman bulunamayacak bir şey olduğuna göre, tekrar tekrar hayal kırıklığına uğrarlar. Onları kadından kadına sürükleyen şey, kararsızlıklarına bir tür romantik özür sağlar, öyle ki birçok duygusal kadın onların bu gemi azıya almış çapkınlıklarında dokunaklı bir yan bulur.

İkincilerin saplantısı “epik”tir ve kadınlar bunda en ufak bir dokunaklı yan görmezler; erkek, kadınlara öznel bir ideal yansıtmaz ve onun için her şey ilginç olduğundan, hiçbir şey hayal kırıklığına uğratamaz. Bu hayal kırıklığına uğrayamama özelliğinde rezilce bir yan vardır. Epik çapkının saplantısında kefaret yanının (hayal kırıklığı yoluyla ödenen kefaret) eksik olması insanların gözüne batar.”

Bana gelince sanırım ben birinci sınıfa giriyorum…