30 Ekim 2011 Pazar

Çift Bıçaklı Derbi



Yazının başlığının çağrıştırdığı şeyi biliyorum. Tam da ona işaret etmek istiyorum.

Çift bıçaklıydı bu maç, çok keskin olan iki taraflı, ufak bir hatada çok fena kesecek iki taraflı…
Keskin olduğu kadar da keyifli, uzun zamandır beklenen bir seyir zevki, stada gidenin de ekran başına geçenin de tatmin olduğu bir derbi.



Beşiktaş

Beşiktaş bu sezonun ikinci en iyi futbolunu oynadı. Diğeri Stoke maçındaydı.

Son iki maçta da hiç fena oynamamıştı (Dynamo Kiev, Mersin İ.Y.) Beşiktaş. Bunun en büyük nedenlerinden birinin Alman disiplininin tekrar takıma monte edilmesi olduğunu düşünüyorum. Tek başına da olsa çevresini ışıyan bir adam Fabian Ernst. Bunu söylerken diğer bir Alman ise maçı neredeyse Beşiktaş adına kaybettiriyordu. Kim mi? Tabi ki Hilbert… Fenerbahçeli Caner Erkin’in yıldızlaşmasının en büyük nedenidir bana göre Hilbert.

Aslında suç onda değil onu bekte oynatanlarda, belki yokluktan ama olsun böylesine önemli bir maçta ofansif yönü yüksek ancak defansı zayıf bir oyuncuyu sağ bekte tercih etmek doğru olmadı. Öte yandan Quaresma’nın defansa yardım etmeyişi de zaten defansif özellikleri zayıf olan Hilbert’in iyice aksamasına neden oldu.


Quaresma ve Simao hermaçta bu şekilde defansa yardım etmez ve beklerini yalnız bırakırlarsa Beşiktaş’ın işi çok zor. Her ikisini bu anlayışla oynadıkları taktirde oynatmak siyah beyazlılar için lüks olmaktan öteye gitmiyor.

Hilbert meselesi dışında başka bir eleştirim de yok teknik patron Carlos Carvalhal’a. O da Beşiktaş’a geldiğinden beri en iyi performansını çıkardı. Oyun anlayışı, kadro seçimi, oyun içi hamleleriyle herkesten tam not aldı.

Şimdi beklenen şudur: Beşiktaş’ın her maçta aynı arzuyu göstermesi. Rakip Stoke da olsa Fenerbahçe de olsa ya da Sivasspor olsa fark etmemeli.

Fenerbahçe

Fenerbahçe, olmuş bir meyve gibi, sepette bazı çürükler de olsa sarı lacivertliler takım olabilmeyi başarmış bir ekip.
Bence ilk söylenmesi gereken; bu kadar badireye (en başta şike meselesi) rağmen Fenerbahçe’nin birlik ve beraberliğini koruyabilmesi. Niang, Lugano gibi önemli oyuncularını kaybetmesine rağmen hala diri bir futbol oynayabilmesi. Hatta bir düşünsenize şu kadroda Bienvenu yerine Emenike’nin olduğunu…
Maça gelirsek, Fenerbahçe istediğini aldı. Böyle istekli bir Beşiktaş karşısında zaten lider konumdayken yenilmemek Fenerbahçe adına başarıdır. Öte yandan galip gelebilecek pozisyonları da yakaladı.

Aykut hocaya ise herkesin soruyu ben de sormak istiyorum. Hilbert’i her pozisyonda çarşıya yollayan Caner’i neden çıkardın?
Onun dışında yapılacak pek fazla eleştiri yok.

Sonuç olarak her zaman derbi gibi derbi izledik. Sonucun değil futbolun ve fair play ruhunun konuşulduğu bir maç oldu.
Emeği geçen herkese teşekkürler…

NOT: Fırat Aydınus’un muazzam yönetimi Abdullah Yılmaz’a örnek olsun.



20 Ekim 2011 Perşembe

Bir Karikatürün Düşündürdükleri

Kusura bakmayın ama kimse "türkler mi, kürtler mi" diye sormadı bu ülkede...
Biz olaya siz "kürtçüler" gibi etnik temelli bakmayız.

Biz geceleri pusuya yatan kana susamış vahşilerle (yani ölümlere neden olanlar) zorunlu askerlik görevini yapan gençleri ayırmasını bildik. sevdiğine, anasına, babasına kavuşmak için şafak sayanla, ölüm makinesi olarak yetiştirilerek amfetamini basıp karakollara saldıranları hiç karıştırmadık.

Amerikan kurşunuyla dağa çıkanlara müsamaha ile bakamayız. bakarsak vicdansız oluruz.

Devrimci misiniz? nah devrimcisiniz! Amerikan kurşunuyla, israil botuyla; olunsa olunsa bağdat'ın tepesine düşen bir misket bombası ya da israil cezaevlerinde işkence için kullanılan bir kerpeten olabilirsiniz.

İnanın çok zavallısınız!
Ve siz bunlara itibar edenler siz de çok safsınız...

13 Ekim 2011 Perşembe

Of Oluruz Off!

Yine de mutlu olmalıyız. En azından yolumuza devam ediyoruz.

Oynanan oyun hiç içimize sinmese de, zayıf takımlara kaybettiğimiz puanlar aklımızdan bir türlü gitmese de, hala şansımızın olması, sevindirici.

Şu meşhur “spider cam”i yayıncı kuruluşlarımızın doğru yerlerde kullanamadığını düşünüyorum. Ama yine de onun kadrajı başka oluyor. Ondan çıkan görüntülere baktığımızda gerçekler ortaya çıkıyor. Ortadaki bir takım mı yoksa, sadece bir araya toplanmış futbolcular mı? İşte o görüntülerde çok daha iyi anlaşılıyor.

Almanya’ya baktığımızda oyuncuların dizilişleri, pozisyon alışları ve en önemlisi top bir futbolcudayken diğerlerinin ona en azından 2-3 alternatif yaratması; işte takım dediğin bu olsa gerek dedirtiyor insana… Ve ister istemez imreniyorsun, çünkü pas verecek arkadaşını bulamayıp mecburen(!) geri dönen bir futbolcu yok, bizde olduğu gibi.
Bize gelince, bu futbolla ,bu futbol anlayışıyla Hırvatistan’ı elememiz, artık futbol tabiri haline gelen ”tanrının eli”ne kalıyor. Daha maç oynanmadan maç kaybedebilen bir teknik direktörümüz var! Bu saatten sonra, kuralar çekilmişken görevine son verilsin demiyorum. Ancak bu oyun ve bu inançsızlıkla Hırvatistan’ı elememiz çok zor.

Önce İnanç Olmalı

İnanmadan yapılan işten başarı beklemek hayal olur. Kimse demesin o taktiksel bir açıklamaydı diye. Öyle olmadığını sahada gezinen futbolculardan gördük. Hırvatistan maçı öncesi teknik ekibin ilk işi bence psikolojik. Kafada galibiyete inandırmalılar futbolcuları, klişe gelebilir ama 70 milyonun arkalarında olduğunu çok iyi hatırlatmalılar. Tabi bu noktada en büyük görev Oğuz hocaya düşüyor.
Kafalar hazır olduktan sonra, fiziken hazırlanmak bu maç açısından çok daha kolay…

Kazanabiliriz

Karşımızdaki güçlü bir takım olabilir. Biz de en az onlar kadar güçlüyüz; yeter ki oyunumuzu oynayalım. Hem unutmayalım biz bu adamları 2008’de yendik ve yine yenebiliriz. Öte yandan Hırvatistan bu gruplarda bizim daha önceden 4-1 yendiğimiz Yunanistan’a 2-0 yenildi.
Bütün bunları göz önüne alarak, bizden 2008’in intikamını almak isteyecek Hırvatları yenebileceğimize inanalım.

Son söz: Teknik yönetimden rica ediyorum; Selçuk İnan olmadan ne kadar verimsiz bir orta sahamız olduğunu Almanya maçının 2., Azerbaycan maçının ilk yarısını bir daha izleyerek iyi kavrayalım.