4 Ağustos 2012 Cumartesi

Merhaba Ben Julio Alves



“…29 Haziran 1991’de Portekiz’de dünyaya geldim. Taşrada doğdum, taşrada büyüdüm, taşra çocuğuyum.  Soyum aslında Brezilya’ya dayanır. Yani Brezilya asıllı Portekizli de diyebilirsiniz.

Bizim memlekette şu üç şey çok önemlidir: fado, fiesta ve futbol… 

Hatta meşhur diktatörümüz Salazar’ı bu yüzden herkes tanır. Bu üç şeyi o da çok severdi çünkü…

Her neyse, işte o üçüncü önemli şey benim için hep en önemli oldu.

Futbol…

Kendimi bildim bileli topun peşindeyim, hani meşin yuvarlak derler ya, o işte. Önce memleketim olan kasabada başladım. (Kasabanın adını yazmıyorum, çünkü siz Türkler için çok garip bir ismi var. İsteyen internetten bakabilir.)

Çok başarılı mıydım, açık konuşmak gerekirse değildim, ama sevdiğim işi yapıyordum.

Futbolcu olmamda en büyük etken belki de abimdir. Tanırsınız kendisini “Bruno Alves”, Portekiz Milli Takımı defansının bel kemiğidir. Abim diye demiyorum,  çok yardımını gördüm, hatta Porto’ya transfer olmamı da o sağlamıştı vakti zamanında.

İşte derken… Rio Ave’ye transfer oldum. Oradayken adını hatırlayamadığım bir 3. lig takımına kiralandım. Bir süre sonra geri döndüm Rio Ave’ye ve ilk kez bir 1. Lig maçında forma giydim. Tam 6 dakika. Genelde 3 ile 6 dakika arası oynatılırım. Zaten bunu Beşiktaş’taki günlerimden yakinen biliyorsunuz.

Neyse, bomba ondan sonra patladı. İspanyol devi Atletico Madrid’e transfer oldum. Ben dahil herkes çok şaşırdı. Babam uzun süre inanamadı; tek şaşırmayan, abimdi. Ben de kesin bu işte onun parmağı var, diye düşündüm.

Atletico günlerim başlarken hepimiz çok ümitliydik, ancak bir iki antrenman sonra B takımında oynayacağım açıklandı. Ailem çok üzülse de ben pek üzülmedim. B de olsa Atletico Madrid’in B takımıydı.
Sıra hikayenin en güzel yerine geldi.

Atletico B’de iken Türkiye’den bir teklif aldım. Orada yarı Türk yarı Portekizli bir takım var, dediler. Türkiye’nin “3 büyükler” diye anılan kulüplerinden biriymiş. Methini çok duymuştum. Taraftar grupları Çarşı’nın namı taa İspanya’ya kadar gelmişti. Quaresma gibi abilerimiz de orada oynuyordu. Beni istemelerine pek anlam veremesem de gururum okşanmıştı.

Olayın en enteresan tarafı ise bonservisimin yüzde 50’sine 3 milyon 100 bin Euro vermişlerdi. Önce “ben o kadar eder miyim?”  diye sordum kendime. Sonra durumu, “amaan fazla düşünme demek ki, artık yıldız futbolcusun.” şeklinde izah ettim. 

Bundan sonrasını biliyorsunuz… Şimdi buradayım ve çok mutluyum. Yıldız futbolcu muyum, değil miyim daha anlayamadım ama mutluyum işte, İstanbul çok güzel şehir.

Ve son bir şey;

Türkiye’ye gelince bir şeyi daha anladım: Jorge Mendes diye bir büyüğümüz var, onun da en az abim kadar faydası dokunmuş bana. Kendisine buradan teşekkür ediyorum.

Bu arada siyah-beyaz en büyük Beşiktaş…”
                                                                                                   En iyi dileklerimle,
                                                                                                   Julio Regufe Alves.

Not: Yukarıdaki yazı, yarı doğru- yarı kurgu, ama bir gerçek var ki, Beşiktaş çok kötü yönetiliyordu ve hala da kötü yönetiliyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder